Bekleyen Ramazan
BEKLEYEN RAMAZAN
Dışarıda davul çalmıyordu, onun yerine lojmanın demir kapısı vuruluyordu. Güm güm güm! “Allah, Allah! Kim acaba bu saatte?” diye geçirerek içinden, kalktı genç öğretmen. Açınca kapıyı, karşılaştığı o patlak patlak bakan o iri gözler önce onu hayrete düşürmüş, ta ki “hoca, sahur vaktidir” sözleriyle fark etmişti elindeki örme peyniri… Ayıldı, kendi içinde bir kez daha… “Sağol” diyebildi sadece! “Eyvallah, afiyet ola” deyip gitti uzun boylu, iri yarı adam. Kapıyı kapatıp içeri girerken fark etti bu adamı nereden tanıdığını; önceki gün beraber geldikleri arabada yanında oturan adamlardan biriydi. İçeri girince bir peynire baktı bir de sadece yerde bir karton serili olan bomboş odaya. Şu işe bakın ki Ramazan ile beraber başlamıştı göreve, “ilk sahuru nasıl yaparım?” diye düşünürken, bir kalıp peynir gelmişti işte, bir de ekmek olaydı. Peynirden biraz yedikten sonra ezanı duydu. Ardından da köpeklerin seslerini duyunca anladı bu insansız sandığı köyde birilerinin camiye gittiğini.
- Hoja, sen de gitmeyeceksen değil?
- ……………
- Senden önce gelenler hep gitti. Sen gitme be hode hatrına! (Allah’ın hatrına)
Ne diyeceğini bilemedi genç öğretmen. Ramazan’ın gözlerinden okudu bu köyün öğretmen hasretini, Ramazan’ın masumiyetinde gördü mesleğinin ehemmiyetini, Ramazan’ın içinde yaşadı okuma sevdasını, öğretmen aşkını, Ramazan’ın gözlerinde gördü; beklenen kişiye olan vuslat ışığını, Ramazan ile yaşadı giden öğretmenlerin vedasını, bu köye gelişinin sevincini… Baktı uzun uzun o ışık saçan gözlere… Ramazan’ın gözleri cevap beklerken gülümsedi ve başını salladı hafifçe;
Gitmem! Merak etme sen! diyebildi ancak! Çok şey söylemek istemişti ama boğazında düğümlendi kelimeler. Herkes mübarek Ramazan’ı beklerken, meğer Ramazan öğretmenini bekliyormuş diye düşündü kendince… El salladı Ramazan’a ve döndü lojmana… İçeriye şöyle bir göz gezdirdi, yaptı bir liste hazırlandı ve çıktı! Kendisini bekleyen eski reno’ya atladı ve ilçeye doğru yol aldı. Köyden çıkarken arka camdan gördüğü Ramazan ona ağlamaklı ağlamaklı bakıyordu. Gidiyor sandı herhalde diye düşündü. İçi acıdı yine… Kimdi bu Ramazan! İlçeye uzun meşkkatli bir yoş bekliyordu yine arabayla bile zor ya bir de yürümek zorunda kalsalardı. Bu uzun yolda öğrendi muhtarın adının Burhan olduğunu, ikinci hanımının ilçede yaşadığını arada bir köydeki hanımına ve çocuklarına erzak getirdiğini ama köyde nadir kaldığını… Gece ona örme peynir getiren adamın da komşusu Şehmuz olduğunu öğrendi neden sonra, gelirken hiç konuşmayan bu iki adam sordular da sordular onu tanımak istercesine daha etraflıca… Genç öğretmen “Kim bu Ramazan?” diye sorunca sustu ikisi de… Neden sonra Muhtar, konuştu, sessizliğin büyüsünü bozmak istemezcesine usulca;
Bu Ramazan’ı biz öksüz, yetim biliriz amma, öğle değil derler. Varmış bir babası, ama nerde kimse bilmez! Arada bir ben babamı gördüm der ama kimse ona inanmıyor nedense! Şimdi dedesi ile kalır anası ölmüş fukaranın, babası da öldü derler ama meçhul işte… Yakında daha etraflıca öğrenirsin nasılsa!
Bu açıklama sanki kurcalama der gibiydi. Genç öğretmenin gözlerinin önüne o masum gözler geldi yine… “Gitme” deyişinin arkasındaki sır, “sende gitme” deyişindeki ısrar ve yalvarış! Giden öğretmenlere veda etmeye alışamayan bir kalp, onu köye dönmeye mecbur edecek tek neden olmuştu adeta! Dönecekti, gitmeyecekti Ramazan’da Ramazan için! Ramazan’da Ramazan’ı yaşamak için! Beklenen değil, bekleyen Ramazan için!
Osman Said DEMİRYILMAZ


Yorumlar
Yorum Gönder