KAYĞUSUZCA ANILAR

KAYĞUSUZCA ANILAR

Üniversiteyi kazanmış ve Eğitim Fakültesinde okumak için gelmiştim Demirci’ye… Ama o gün anladım ki Demirci’ye gelmek, benim için iki üniversite birden okumak demekti. İşte bu kararı verdiğim gün; Demirci’ye ilk geldiğim gündü. Bu yargıya varmamda O’nun etkisi de büyüktü. İlk gün, yani Demirci’ye geldiğim gün, O ve Hilmi kardeşimle birlikte Lütfü ağabeyimizin bağına gitmiştik. Orada küçük bir kitaptan büyük hakikatler okumaya başlamıştık. Daha önce duymuştum bu hakikatleri ama idrak edememişim besbelli! Bir kulağımdan girmiş, diğerini de bir ara istasyon olarak kullanmakla yetinmiş maalesef… Hakikatler büyüktü ama galiba ben hakikat denizinde yüzmekte biraz acemiydim. Çünkü yine çoğunu anlamamış, damlada boğulmuştum. Ama buna rağmen beyin hücrelerimde küçük ama meşakkatli bir yolculuğa çıktıklarını hissettiğim bir kaç kelime beni düşünceler aleminin derinliklerine itivermişti bile; “…teshir, tedbir, tedvir, tanzim, tanzif, tavzif’ten mürekkep bir hakikât…” bu cümleciğin içindeki her bir kelimeyi ayrı ayrı inceleme arzusuyla başlamıştı ikinci üniversitem! Sanki kayıt işlemlerimi ikinci kez yaptırıyor ve ikinci okuluma hazırlanıyor gibiydim.
“Teshir” kelimesiyle bana emredilen inancı, itaati öğrenirken, “Tedbir” kelimesinden de istediğime muvaffak olmak için muvafık ve hesaplı hareket etmeyi öğrendim. Bu tedbir başkaydı. Tefekkür ile tasmim etmekti adeta, davada hedefe ulaşmak için iyi dünülerek tutulan yoldu, yani Hüsn-ü Tedbir’di. O gün O’nun okuduğu kısımda geçen “Tedvir” kelimesinin altında da bir idare anlamı gizliydi. her şeyi idare etmek, döndürüp, devretmek… Mevsimlerin devredişi, gecenin güne değişimi, hâl değişimleri ve değişimlerin hepsini idare edebilmek büyüklüğün nişânıydı. Bu muhteşem idare muntazam da olmalıydı ve nitekim hâlâ devam ediyor, sırasını şaşırmıyor, intizamını bozmuyor! İşte bu muntazamlıkta aslında “Tanzim” kelimesiyle özetleniyordu. O an hissettiğim duygu yoğunluğu bambaşkaydı, yüreklerimizdeki pas, sahibi tarafından “Tanzif” ediliyordu. Boyun eğenler ile eğmeyelerin kıyaslanışı vardı karşımızda ve bir “Tavzif” vardı üzerimizde… Bu altı kelimenin sırrına ermekti vazifemiz! Omuzlarımızda bu altı kelimeden terekküp etmiş bir büyük hakikat taşıyorduk. Ben O’nunla aynı dava çizgisi üzerinde yürümeye işte o gün başladım yeniden. Ama sadece yürümek değil, gerekirse koşmasını bilmekte vazifemizdir elbet!
Herkesin mutlaka bir gaye-i hayatı, bir gaye-i hayali ve karakteristik davranışları vardır, olmalıdır. Gayesini tahakkuk ettirebilmesi ve hayallerini gerçekleştirebilmesi, davranışlarını kontrol etmesine ve hedeflerinden ayrılmamasına bağlıdır. Bizlerin de öyle…
Onunla üç yıl önce böyle tanışmıştık, şimdi Kayğusuzca anılarımızda! Bir gaye-i hayatı, bir gaye-i hayali vardı, bir de bunların yanında kendine has özellikleri… O, gayesi için çalışırdı, bir bakıma Ömer Hocamızın da dediği gibi tek kaygısı; hizmet kaygısıydı. Başka kaygısını görmedik biz, o “Kayğusuz”du. Ağabeyimizin Demirci Medresetü’z Zehrâ’sındaki görevi, memleket görevine inkılap etti. Şu beşer yolculuğunun bir köşesinde bir daha görüşmek nasip olur inşallah! Lügatlerimizden mesafe kavramlarını silmemiz bir dahaki vuslatımızın teminatı olacak! Yolun açık olsun M.Kayğusuz ağabey…

                                                                                  Osman Said DEMİRYILMAZ      

Yorumlar

Popüler Yayınlar