ESKİHİSAR
Bir Pazar sabahı Çereşe’de başlayan yolculuk Eskihasar’a yakın bir mevkide sanki yeniden başladı. Bir su arkının peşinde kavakların arasında geçen küçük bir yolun sonunda Hilmi amcamızın kendi deyimiyle “un fabrikasına” ulaşmıştık. Suyun gücüyle dönen taşlar buğdayı un yaparken bizi de hayran bırakan beyaz bir manzara beliriyordu. Su sesi değirmen taşının sesine eşlik ederek bambaşka bir ahenk oluşturuyordu. Fotoğraf makinelerimizin deklanşörlerine bastık. Fotoğraf makinelerimiz karanlık değirmenin aydınlık yüzlerini kaydetti.
Mustafa amcanın değirmeni de göz zevkimize hitap edecek kadar bakımlı ve yeşillikler arasında bir dinlenme mekânı gibiydi. Öğrendik ki; bu mevsimlik uğraş, teknolojiye yenik düşse de hâlâ ilkel koşullarda ama doğaya zarar vermeden devam ediyormuş...
Bu yeşillikler arasındaki küçük un fabrikalarına veda edip Eskihisar’a doğru yol alırken dik yamacı çıktığımızda sıcak dostluklarla karşılaşacağımızı tahmin etmemiştik!
Yüreğimiz bazen bir çocuğun peşine taktı bizi, bazen de nesli tükenen el emeği ustalarının peşine... Eskihisar’ın eski bir evinin, eski bir kapısında rastladık o eski kilitlere... Ne kadar her kapıda eski bir kilide rastlansa da kapılarının misafirlere her zaman açık olduğunu cömert bir misafirperverlik göstererek kanıtladılar bizlere... (olmadan vermek en büyük cömertlik) Onların çehrelerindeki tebessümleri sanki bizlere de aksetmişti...
Sıcak çaylarımızı içerken, sıcak sohbetlerine tanık olduk. Bir de onları çalışırken görmeyi arzu edince halı tezgahı gündeme geldi. Nazlı teyzemiz önce biraz nazlansa da sonunda ikna oldu tezgâhın başına oturmaya... Ama elleri hiçte nazlı değildi. Yılların verdiği tecrübeyle dokununca ilmeğe, el emeği gönül nakşına dönüştü. Halı işlendi, el övündü. Halıya atılan her bir ilmek sanki yeni bir dostluğun simgesi gibiydi... Bu ânı ölümsüzleştiren kareyi fotoğraf makinelerimiz filme kaydederken, gün boyunca gördüklerimizse gözlerimizle gönüllerimize nakşediliyordu...
Osman Said DEMİRYILMAZ


Yorumlar
Yorum Gönder